14 Ağustos 2008 Perşembe

Yağmur








Muson mevsimi artık burada. Günün her anı deli gibi bir yağmur başlayabilir. Öngörmenin bir yolu yok. Gece yıldızlara bakıp, yarın hava güzel olacak demek olası değil. Çamaşırları yıkayıp astıktan 7 dakika sonra bardaktan boşanırcasına bir yağmur başlayabilir. Hatta yağmur genelde birilerinin çamaşır yıkamasını bekler gibi… Çok sıcak dayanamayacağım dediğiniz anda iki t-shirt yıkayıp asın anında serinliyor ortalık. Önceleri koşup çamaşırları toplamaya girişiyordum, bir süre sonra anlamsız geldi. Topladığın çamaşırları yağmur dindi diye asmayı bitirdiğin an yeniden başlama olasılığı fazlasıyla yüksek. Bırak ıslansın, kurusun ve yeniden ıslansın… Nasıl olsa eninde sonunda kuru yakalarsın çamaşırları. Gerçi nemden hiçbir şey gerçekten kurumuyor, o ayrı…







Asıl komik ama keyifli olan yağmurda günlük yaşamını sürdürme karmaşası. Tuvalete ya da mutfağa şemsiyeyle gitmek. Tulumbanın başında şemsiyeyle ellerini yıkamak. Şemsiye burada en verimli kullanılan alet zaten. Güneşten de korunuluyor onunla yağmurdan da… Eskiden, şemsiye ilk icat edildiğinde güneşten korunmak için kullanılırmış. Hatta biri yağmura çıktığında şemsiyeyle gülmüş dalga geçmişler. Ama sonra şemsiye yağmurdan korunmak için kullanılır olmuş. Şimdi ben Antalya’da yazın şemsiyeyle gezsem ne gülerler bana. Halbuki güneşin alnında canından bezmek yerine iki kişinin bana gülmesini göze alsam ne kolay olacak her şey. Neden başkalarının düşündüklerini umursuyoruz biz bu kadar? Dönünce güneşe şemsiyeyle çıkacağım. Kafam pişmeden dolanırken ben, beyni sulanmış insanlar gülecek halime! Ben de onların haline……



Yağmur başlar başlamaz, bahçeye güneşte kurumaya bırakılmış mısırlar hızla toplanıyor. Eğer hız kesmezse deli yağmur mutfak kapısı kapatılıyor, bahçedeki tahta sedirin üstünde duran matlar toplanıyor, pencereler kapatılıyor. Daha hala yavaşlayacağı yoksa içeri girilip bekleniyor. Genelde elektrikler yağmurun hızına paralel kesiliyor. Bir anda ortalığı yağmurdan başka hiçbir şeyin duyulmadığı bir sükunet kaplıyor. Yağmur hızlandıkça dünya sessizleşiyor. Sanki her şey, herkes kendini yağmura, doğaya bırakıyor. İlk bastırdığı anda ki koşuşturma ve acele bir anda bitiyor. Her şey kendine özgü bir huzura kavuşuyor.





Muson mevsiminde gece de bir acayip. Bir taraftan tüm gecelerden serin oluyor yağmur yağan geceler, öbür taraftan gürültüden uyumak ne mümkün. Ama 40 derece sıcağı mı tercih edersin kafana inmekte olan çatıyı mı dediklerinde çatıdan yana tercih yapacağım kesin. Rutin yağmur sesi bir süre sonra ninniye dönüşüyor.



 
Kendini doğanın gücüne, kendini bilmez istikrarsızlığına, seni zerre kadar umursamayan kibirine teslim ettiğin anda uykuya dalıyorsun. Senden büyük bir güç var. Karşı koyamadığın, başa çıkamadığın, anlam veremediğin, katagorize edip dizginleyemediğin. Kontrolü bırakıyorsun. Kontrolü bırakıyorum. Hayatımda ilk kez…

Tharu Köyü









Sabah yavaş yavaş büyüyen mısırlara bakarak sütlü çayımla sigaramı tüttürdüm. Sonra çay bulaşıklarını yıkadım. Sarita ve Rekha’ya yemek yapmakta yardım etmiyorum. Benim mutfağıma yabancı girmesinden ve o nerede bu nerede demesinden nefret ederim. Düzen hemen bozulur. Ona cevap vereceğim derken iş yavaşlar. O yüzden bilmediğim mutfaklara düzenlere müdahale etmem. Ayakaltında dolaşmam. Zaten burada yemek yapmak bizdeki gibi bir dert değil. Her gün, günde iki kere pilav pişiricisine ayıklanıp yıkanan pirinçler ve gereğince su konur, çalıştırılır. Fasulyeler eski usul düdüklü tencereye, ne oldu onlara bu arada? tek parmak açılıp kapanan ve hatta yıkananlar çıktı kayboldular, konur pişirilir. Patatesler o gün bahçeden ya da komşudan edinilen ne sebze varsa onunla pişirilir. Bu kadar. Ne yapacağım, ne pişireceğim diye bir dert yok.







Haliyle, pişirmesine karışmadığım yemeklerin bulaşıklarını ben üzerime aldım. Böylece yemek sonrası Sarita ve Rekha bununla uğraşmak zorunda kalmazlar dedim. Tabii bunu başarabilmek için üstün hızlı yemek yeme kabiliyetimi kullanmam gerekiyor. Ne zaman Shreeram’la Nepal’in politik durumu, eğitim, din gibi derin konularda sohbete dalsak bana tulumbayı basmak kalıyor. Sohbette bile bir gözüm tulumbada oluyor ama… Hatta bak oğluna örnek olman gerek, karına yardım etmen gerek gibi şeytani fikirleri kafasına sokmak suretiyle Shreeram’ı bana yardım etmeye ikna ettiğim çok zaman oldu. Her gönüllü iki kez bulaşık yıkatsa ona oğlu da bir gün karısına evde yardım eder herhalde dedim. Benden öncekiler de demiş…
Bugün köyle tanışmaya gidiyorum. Bir gece, Shreeram’ın gizli sigarası bahanesiyle uğrayıp tanıştığımız kadınlara ilk dersimi vereceğim bugün. Tabii daha çok erken. Ev işlerini, tarla işlerini, pirinç pişirmelerini bitirecekler, akşam 6’da 1 saat matematik, 1 saat İngilizce öğrenecekler. Ben ki 4 kişiden fazla insanın önünde konuşurken kalp atışı 120’ye çıkan insan, 14 kadına matematik öğreteceğim. Dillerini bilmediğim, tanımadığım, haklarında hiçbir şey bilmediğim 14 kadına….
Günümü heyecan ve karın ağrısıyla geçirdim. Nepalce 20’ye kadar sayıları çalıştım. Nepal’de Sanskrit alfabesi kullanılıyor. Dolayısıyla sayılar da farklı. Ben onlara Nepalce olarak, İngilizce sayıları öğreteceğim. Onunla da kalmayacak 4 işlem öğreteceğim. Biraz hazırlık yaptım. İngilizce öğretmek daha mı kolay olacak daha mı zor bilemedim. Neyle başlamalı nerden çıkmalı. Türkçe bilen çocuklara İngilizce öğrettim ben. Çok da güzel öğrettim. Ama bu nasıl olacak bilmem. Üstesinden gelirim elbet. Buraya kadar geldiğime göre bu iş için…. Bir bildiğim var herhalde, farkında olmadığım. Benden içeri….
 
Aslında bu kadınlara ders verme meselesi Julie’den çıktı. Buraya gelirken sadece çocuklara öğretmeye geldim. Julie dikiş eğitimi alan kadınlara sayıları, temel işlemleri öğretir misin günde bir saat diye sordu. Tabii dedim. Sonra tanışmaya ilk gittiğimde dediler ki biz İngilizce de öğrenmek istiyoruz. Hay hay dedim…

Heyecan, karın ağrısı, öğle pilavı, akşam çayı derken vakit geldi çattı. Yavaş yavaş yürüdüm köye. 3 dakika sürdü… Sita Kumari’nin evine gittim. Anahtar onda. Sita Kumari; üç çocuğuyla, bir oda kerpiç evinin kapısında karşıladı beni. Namaste dedim otur dedi, “Bosnus”. Oturdum. Etrafımı insanlar sardı, pilav yedin mi dediler. Saçın boya mı diye sordular. Nereden geldin dediler. Cevap verdim. Yedim, değil, Türkiye…

Derse gittik. 6 tane kolon, üstünde metal çatısı, malzemelerin bulunduğu kilitli bir odasıyla ufak bir derslik. İçeriden matları çıkardık, dersliği süpürdük, silgiyi tebeşirleri aldık. Sita bana bir sandalye çıkardı içeriden. Çantamı koydum üstüne.
Kadınlar geldi. “Namaste, mero naam Manju ho” dedim. Gülüştüler. Selam, adım Manju demek. Namaste derken eller göğüste birleşiyor ve kafa hafifçe öne eğiliyor. Hepsi tek tek içimdeki tanrıyı kutsadı, ismini söyledi. Ben de elimdeki küçük deftere not aldım. Bazılarını tek seferde anladım bazılarını 10! Bakalım ezberlerim elbette…
Tanıştıktan sonra, sayılara başladım. Vakit kaybetmeye niyetim yok. 1’den başladık. 10’a kadar gelebildik ilk derste. Kadınların bir kısmı ilkokul düzeyinde bile eğitim görmemişler. Deftere nasıl yazı yazılacağını bilmeyenler var ama hepsi çok istekli. Öğrenme şansları var diye mutlular. İkinci ders İngilizce’ye giriş yaptık. Alfabeyi öğrettim. Nepaldeki eğitim sistemi çok farklı. İngilizce özellikle. Alfabeyi neredeyse bir senede öğretiyorlar. Her harf için 3 kelime ezberleniyor. Ve onlar tekrarlanıp duruyor yıl boyunca. Ben bizim öğrendiğimiz şekilde başladım derse. Alfabenin tamamı bir derste. Sonrası sonra….
 

İkinci dersin ortalarında elektrik gitti. Karanlık çökerken kara tahta yavaş yavaş görünmez oldu. Kafalarda akşam yemeği, kollarda bacaklarda sivrisinekler, gözler kısık, bağımsız film misali sahne karardı. Ertesi gün için dersi bir saat öne çektik.
Eve dönerken ufaklıklar ellerinde fenerle yol gösterdiler bana. Goodnight Manju! Diye bağırarak eve bıraktılar beni. Bahçeye girdiğimde ev ahalisi karşıladı beni gülümseyerek. Yemek vakti. Tulumbanın başına gittim. Elimi ayaklarımı yıkadım. Tebeşir tozu içindeydim. Eh dedim tebeşir yutmuş insanım ben bugüne bugün…
Yemeğimizi yedik. Bulaşıkları yıkadım. Elektrikler geldi. Çocuklar televizyona, ben odama gittim. Müzik dinledim. Yüzümde bir gülümseme. Cibinliğimin içinde güvende, kendimden memnun, fanım çalışıyor… Uyku geldi bedene… 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10…………