23 Şubat 2009 Pazartesi

Chitwan



-->
Chitwan kaldığım bölgenin adı. Patalahara da köyün adı. Burası Rapti nehrinin kıyısında bir bölge. Nehrin öbür tarafında, Chitwan Ulusal Parkı var. Kaplanlar, hatta bengay kaplanları, filler, gergedanlar, çeşit çeşit maymun, timsah ve daha birçok hayvan var. Parkı gezmedim ben. İçimden gelmedi. Filin üstünde parkta gezip, kendini insanlara göstermek istemeyen üç tane hayvan görmek için yormadım kendimi. Kaplanları görmek neredeyse imkansız. Gergedan da gereksiz. Bir takım yaratıkların gelip beni doğal ortamımda görmesi, fotoğraf çekip büyülenmesi bana ne kadar saçma gelirse, onlara da o kadar saçma geliyor olmalı.


Ben köye dönünce bir süre işler rutininde gitmeye devam etti. Kadınlar dersleri kaytarmaya, çocuklar bitmesin diye yalvarmaya ben de onlara istediklerini öğretmeye devam ettim. Ama gün geçtikçe bu kadar alıştığım bu ortamdan, insanlardan, havadan, sudan ayrılmak daha da zor göründü gözüme. Her şeyin ötesinde burada bulduğum huzuru bırakıp nereye gittiğimi bilmeden dönüyor olmak ağır geldi bana.



İstanbul’a dönecektim evet. Ama hala bir evim var mıydı? Ait miydim hala bir yerlere? Hala bir sevdiğim var mıydı? Ne yapacaktım? Kafamda bu sorularla daldım her gece uykuya. Rüyalarımda kavga ettim, savaştım kendimi kabul ettirmek için, bana. Sonunda her şeyi bir kenara bıraktım. Uçaktan indiğimde kalbim ne derse bana, onu yapacağıma söz verdim kendime. Ne derse desin….





Bu kez kalbime teslim edecektim kendimi. Mantığım beni hep haksız çıkardı, yolda bıraktı. Bu kez kalbime bir şansa verecektim. Götürdüğü yere gidecektim….




Son günler yaklaştıkça, öğrencilerim gitme kal demeye kaptırdılar kendilerini. O kadar kolay olsa keşke dedim. Keşke tamam kalıyorum ben diyebilsem. Aslında keşke onlara neden gitmem gerektiğini açıklayabilsem. Beni bekleyen bir şeylerin değil tam tersi beni beklemeyen bir şeylerin olduğunu anlatabilsem. Ve gidip beni beklemeyen bu şeyi hayatımdan çıkartmam gerektiğini……



Onlara doğruyu söylemedim, onun yerine ailemi özledim, gitmem gerek gibi bahaneler uydurdum… Geleceğim diye de söz verdim. Duracağım da bu sözümde eninde sonunda döneceğim geriye. Beni bu kadar içten çağıran bir yere dönmemem olasılıksız…..



Son günler hüzünlü geçti. Herkesle samimiyetim onların da hoşnut kalacağı bir düzeye erişmişken gidiyor olmam onları ayrıca üzüyordu. Ev ahalisi tam sana alıştık, sen de bize şimdi gideceksin ne yapacağız diyorlardı. Ben de öyleydim. Ne olacak şimdi?


Olacak olan şu köyde bana bir veda gecesi düzenlenecek, salya sümük vedalaşacağız, şarkılar türküler danslar edilecek, tika sürülecek her yerime, sözler verilecek, dönülecek. Ben ağlamamak için tutacağım kendimi…




Nitekim öyle oldu; gitmemden bir önceki gece derslikte toplandık. Bana tharuluların geleneksel kıyafeti olan beyaz bir sari giydirdiler. Elektrikler keskti. Fenerin ışığında dersliğe gittik. Masaya oturdum. Sita Kumari konuşma yaptı. Beni çok sevdiğini benden çok şeyler öğrendiğini söyledi. Teşekkür etti. Ben de onlara onları ne çok sevdiğimi, ne çok şey öğrendiğimi söyledim, beni aralarına aldıkları için teşekkür ettim.

Sarıldık fotoğraflar çekildik. Şarkı söyledik, dans et dediler biri benimle dans etmezse ben tek başıma edemem dedim. Kızlar bayağı nazlandı sonra bir tatlı velet geldi dans etti karşımda, dans ettik karşılıklı. Onlar söyledi, el çırptı biz dans ettik. Zamanın o an orada durmasını istedim. Sanki tüm o seslerin, el çırpmalarının arasında geride çok geride, hüzünlü bir piyano melodisi eşlik ediyordu bana.

Beyaz sarimin içinde, boynumda çiçeklerden yaptıkları kolyelerle, kafamda da bir çiçekten taç döne döne içime sindirdim o hüznü. Yuttum, benimdi çünkü, ben yaratmıştım onu. Kalbimde küçük bir çizik de bırakacak olsa yoklukları, bu insanları tanımayı sevmeyi ben seçmiştim. Gitmeyi de. Hayatımda ki her şey gibi. Bana acı verecek her insan gibi. Beni mutlu edecek her insan gibi.



Tuğla tuğla üst üste koyduğum hayatım, bu yeni tuğlalarla daha güzel daha sağlam olmuştu. Daha yığınla tuğla dizilecek…. Çok çalışmam lazım. Her tuğla bu kadar sevgi dolu olmayabiliyor çünkü. Bazı tuğlalar insanın kalbinin üstüne düşüyor sanki. Parçalıyor onu, bir daha toparlanamaz sanıyorsunuz. Ne var ki kalp hızla iyileşiyor…




Kafamda çiçekten bir taç dönerken arkadaşlarımın arasında, kalbimin bir parçasını bırakmaya karar verdim onlara. Burada kalsın, burada nefes alsın, burada atsın istedim. Gözyaşlarımla birlikte küçük bir parça toprağa aktı. Düşer düşmez yeşerdi, çiçek açtı. Müziğin ritmiyle atmaya başladı. Dım dım, dım dım, dım dım…

Hala orada atıyor…

Hiç yorum yok: